Katılımcı: Fulya Özer
Kitap: Kağıt Kesiği,220 sf
Hande Çiğdemoğlu, öykü kitabı “Kağıt Kesiği” ile sadece kendinde iz bırakan değil bende de iz bırakan bir kesik ve acı yarattı.
Bu öyküler, nasıl anlatılır, üzerine nasıl yazılır veya konuşulur bilmiyorum ama her öykü için çok zaman ayırmak zorundaydım. Çünkü yarattığı his, düşünce öyle yoğundu ki öykünün oluşturduğu evrenden çıkamıyor; o anda öylece asılı kalıyordum. Hatta karakterler de yanımda durmaya devam ediyordu. Sanki o asılı anda o karakterlerin öncesini sonrasını görüyordum, onlar yaşamaya devam ediyordu ve ben izliyordum. Çok az öykü yazarı bunu bana hissettirebildi şimdiye kadar.
Kadınlar öykülerin çoğunluğunu oluşturmakla beraber, “Zemberek”, “Emanet” ve “Çok dokunmadan, Fazla üzülmeden” gibi öykülerinde bir erkeğin duyguları, halleri bir erkek gözüyle verilmiş. İnsan düşünmeden edemiyor; insan (kadın ya da erkek olsun) bu kadar mı güzel anlatılır; yalın, olduğu gibi, defolarıyla.
Kadınları konu aldığı öykülerin hepsi için şunu söyleyebilirim ki, Hande Çiğdemoğlu beni tanıyor, biliyor, nereden yakalayacağını biliyor, elimdeki kağıt kesiğinin nerede olduğundan ve acısından haberdar, anlatarak o kesiği iyileştiriyor sanki. Tam da bu noktada şunu belirtmeliyim ki; beni rahatsız eden, sert üslubu ile yaralarımızı acıtırcasına kanatan Deniz Eldam’ın öykülerinden çok daha şefkatli.
Hande Çiğdemoğlu’nu “Livaneli sanatı” isimli Maltepe Belediyesi etkinliğinde de dinlemiştim. Öykülerinde de aynı anlatımı yakaladım. Türkçe’yi çok güzel kullanıyor, ne anlattığını biliyor. Uzun devrik cümleleri var ama buna rağmen yalın bir anlatıma sahip. Konuşması da böyleydi. O zaman da farklı anlatımını sorgulamıştım ve sevmiştim. Öykülerini de çok sevdim. Hatta o devrik cümleleri daha bir aradım tatlı bir gülümseme ile.
En sevdiğim öyküleri “Otlu Gözleme” ve “Cahide ve Nermin” ismindeki kadın öyküleri. İkisi de kadın gözüyle yazılmış. Birindeki kadın okuyamamış, yaşamak istediklerini yaşayamamış, bir cenderede ve olmak istemediği bir rolde. Diğerindeki iki kadın karakter, bir başka genç öğrenci bir kadın gözüyle anlatılıyor. Bu kadınlar okumuş, gezmiş, yaşamış. Hayatlarının üçüncü perdesinde birbirine destek olan iki dost, iki kardeş olmuşlar; ahretlik olmuşlar. Otlu gözleme, bir başlangıçla başlamıyor ama bir sonla bitiyor aslında. Belki bir karar değil ama okuyucunun tahmin edemediği sürprizli bir sonla. O sondan sonraki aşama, tabii ki okuyucuya kalmış. Seher ne yapacak? Sorusu ile okur baş başa artık. Cahide ve Nermin öyküsünün anlatımı farklı. Sanki biz, anlatıcı ile beraber bir oyunun ortasında girip ortasında çıkan kişileriz ve bir ana ortak oluyoruz. İnsan Çehov öykülerinde gibi hissediyor okuyunca. Cahide ve Nermin atıştıkça, Cahide geçmişin acısını yavaş yavaş hatırladıkça ve biz Nermin’den bu acıları duydukça, tıpkı anlatıcı gibi koltuğumuza yerleşiyor ve o renkli evin ve evdeki kadınların rahatlığı ile onların ev sahipliğinde kalmak istiyoruz. Biz de bu acıları paylaşmak için kahvelerimizi yudumluyoruz.
Hande Çiğdemoğlu, kesinlikle bundan sonra yazılarını, öykülerini takip edeceğim bir yazar. Romanını da dört gözle bekliyor olacağım. Çünkü anlatımı, insanı yakalayışı ve konuları ile olayları kurgulayışı bir romanın ipuçlarını veriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir