Nazım’ın mektubuna bir hikaye ile cevap…

Katılımcı: Sibel Kartal
Kitap: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Duvara dayalı açık renkteki kitaplığın alt iki rafı boş, belli ki evde bir bebek var. Her rafında üst üste alt alta dizilmiş kitaplardan gözüme ilk çarpan Kemal Tahir serisi oluyor. Kitaplar bu kadar pahalılaşmadan önce birkaç Kemal Tahir daha almalıydım. Aslında Yaşar Kemal kitaplarıydı en pahalı olanlar ama zirveyi kaptırdı kendisi. Hemen alt rafında İş Bankası serisi duruyor . Bak bu seriyi de tamamlayacaktık, olmadı. Canımız sağ olsun arkadaş .

Diğer duvara, televizyon üstündeki rafa bakalım. Of , işte ‘asıl’ olanları burada duruyor. Bunlar beni en çok etkileyen kitaplar, hani şu ‘ Neden bitti ki ? ’ dediklerimizden. En köşeye Orhan Pamuk dizilmiş . ‘Kara Kitap’ bana göz kırpıyor ama kusura bakmasın şu an onu bitirebilecek kafada değilim. Hemen yanında Nazımlar başlıyor. Memleketimden İnsan Manzaraları… Tam bir hazine. Bu ortamı Yaşar Kemal ve Livanelisiz bırakmak olmazdı. Biz de bize yakışanı yaptık: Bir Ada Hikayesi, Üç Anadolu Efsanesi ( yan yana durmalarından daha normal , daha ‘en olması gereken şey’ düşünemiyorum ); Huzursuzluk, Gölgeler , Serenad ve niceleri. Tam bunu yazarken Nergis seslenip’ Beni de ekledin mi?’ diyor. Aldığı cevap çok hoşuna gitmiş olmalı ki kıkır kıkır gülüyor: Sensiz ben olur mu ?

Kitapların dayandığı duvarda birbirini tamamlayan üç tablo var. Figürler harman sarısı zemine yerleştirilmiş: Bir sonbahar günü güneşin çok büyük göründüğü bir yerde ağaçtan ağaca uçan kuşlar… Sonbahar bana ‘hüzün’ değil ‘huzur ve özgürlük’ hissettirir. Çok yoğun ve gürültülü geçen bir günün ikindi vaktinde herkes evine çekilmiştir ve sen tek kalırsın. Üstündeki ince hırkaya sarılıp biraz kuşların biraz da yere düşen yaprakların sesi arasında yürürsün. Havada mis gibi bir koku, yüzüne vuran rüzgar… İşte ‘huzur ve özgürlük’ budur. Masadaki arkadaşlarım henüz farkında değil fakat son göç yolculuğuna çıkmadan önce böyle güzel günler bekliyor onları.

Masadaki kahkahalardan çatal bıçak sesi duyulmuyor. Bu mutluluk sıradan bir mutluluk değil, nerede görsem tanırım onu: Çocuklaştıran mutluluk bu. Bu hissi o kadar derinden hissedersin ki yere vura vura gülmek ya da arkadaşını sarsmak gelir içinden. İçinde kalamaz , bir eylem olarak dışarı çıkmak ister. İster ki yaşın kaç olursa olsun ilk defa tanışıyormuşsun gibi hisset. Öyle bir mutluluk işte… Masa çok uzun. Gözüme ilk çarpan kişi Zeynep. Yanakları al al, çok sağlıklı görünüyor. Hastalığı atlatmış.

Zeynep: ‘’Hastalığı atlattığımı söyleyeceğim, söyleyeceğim ama nasıl ? Çok hararetli konuşuyorlar baksana, bölmek gelmiyor içimden.’’

Aden: “Biraz sonra söylersin belki, bozmayalım.’’

Yaşar: ‘’Zeynep bize döner misin?’’

Zeynep: ‘’Tamam dönüyorum, söylemeden geçemeyeceğim saçlarının rengi çok güzel olmuş. Yeni mi boyattın?’’

Yaşar ( gülümsüyor ): ’’Evet, uzun süre sonra bir değişim istedim. Abinler nasıl, İstanbul’a alışabildiler mi ?’’

Zeynep: “Evet . Hatta baya baya uyum sağladılar. Büyük abim emlak işlerinin para kısmını devraldı, küçük abim dükkanda duruyor. Ben de yeni işler kovalıyorum. Senin baban nasıl , arayı düzeltebildiniz mi?’’

Yaşar: ‘’Gayet iyi, evet düzelttik. Yeni ‘baba-kız ‘ilişkisinden ikimiz de mutluyuz.’’

Zeynep ve Yaşar konuşurken ben ana yemekleri servis ettim bile.Denizden yeni çıkmış taptaze balık kokusuna kimse dayanamaz. Konuşmayı bırakıp hemen yemeğe başladılar. Bu lezzetli balıklar için Osman’ a teşekkür etmek gerekirdi, görevi Yaşar üstlendi olacak ki hemen söze girdi:

Yaşar: ’’Osman; balıklar şahane arkadaşım, teşekkür ederiz. Nasıl oldu senin dalyan, işleri büyüttünüz diye duyduk hayırlı olsun. ‘’

Osman: ’’Her şey yolunda çok şükür. Baba ocağını yeniden inşa ettikten sonra dalyana da el attık. Diğer dalyancı arkadaşlarla yeni bir kooperatif kurduk. Balık taşıma işinin birçok basamağını kendimiz hallediyoruz. Leyla ve bölgenin diğer kadınları da bize katıldı. Herkes işin bir ucundan tutuyor anlayacağın. Ortak çalışıp ortak kazanıyoruz. Kazancı da ortak bölüyoruz. Herkes mutlu. ’’

Balıktan bahsederken Poyraz Musa’yı anmamak olmazdı. Ben de dahil herkes soran gözlerle Vasili’ye baktık ama o çoktan Paul ile konuşmaya başlamıştı, bizi fark etmedi bile. Beden olarak burdaydılar ama ruhları savaş alanına çoktan iniş yapmıştı.

Vasili: “Sen batı cephesindeyken biz de Osmanlının doğu cephesindeki Kafkas’taydık. Binlerce arkadaşımı kara gömdüm. Kalanlarımızın soğuk ve sinekle olan mücadelesi de hiç kolay olmadı. Evet, sağ olarak döndü bazılarımız. Bize ‘sağ ‘dediler. Fiziksel yaşam yeterliydi. Yeterliydi ki ikinci bir ruh ölümünü layık gördüler bize. Mübadele denen bir şey çıkardılar. Yüzlerce yıldır Türk kardeşlerimle yaşadığım toprağı Yunanlılara karşı koruduktan sonra ‘Sen Yunansın’ deyip Yunanistan’a göndermek istediler beni. Gitmedim, gidemezdim. Ama Karınca Adalıların büyük kısmı gitti. Sonra Poyraz Musa geldi adaya, birken iki olduk sonra daha da çoğaldık. Yeniden başladık her şeye. Şimdi gerçekten ‘sağız’. Savaş denen şey koca bir yıkım. Bunu acı bir şekilde tecrübe ettik .

Ortamdaki neşeli hava birden kaçıvermişti. Hepimizin düşündüğü aynı şeydi: Savaş denen şey koca bir yıkım. Burada bana düşen şey o güzel konuşmayı açmaktı.

Zülfü Livaneli Arşivi/ Aklın Yolu -Yaşar Kemal (1997)

Yaşar Kemal: “Ben sonuna kadar savaş karşıtıyım. Savaş bir beladır. Eğer bir savaş yaptıysan, bu kadar korkunç bir şeyi insanlar icat ettiyse biz bu kadar güzel bir dünyaya layık değiliz, hak etmedik bu dünyayı. İnat ettiler Dostoyevski’yi anlamamakta. Dostoyevski o kadar insan sevgilisi, o kadar insan dostu, o kadar insan güveni var Dostoyevski ‘de. Hatırlar mısın ‘Budala’da başlarında anlatır bir insanı. Sonsuz bir uçurumun üstünde yalnızca ayağını koyacağı kadar. Yağmur, kar altında yılgınlık içinde. Ve yine de yaşamaya devam etmek ister…’

Televizyonunun üstündeki rafın karşısında kocaman bir masanın etrafındayız bu konuşmayı dinlerken. Kaçımız Dostoyevski okudu ya da anladı bilmiyorum. Bildiğim tek şey bir yıla yakın bir süre önce başlayan arkadaşlığımızın bize iyi geldiği. Farklı yer ve zamanlardan , farklı acı tecrübeleri yaşayarak geldik bu masaya. Olduğumuz yerden mutluyuz, sıcak bir gülüşle sarılıyoruz birbirimize.

Hepimizin ortak bir isteği var artık: Yaşamaya devam etmek. Her kötülüğe, insanoğlunun gördüğün her yüzüne rağmen iyiliğe inanarak yaşamak… Büyümüş bir insanın tecrübesiyle bir çocuğun karşılıksız sevgisi ve güveniyle yaşamak… Yaşamak, yolun sonundaki aydınlığa hep inanarak , iyi kalarak yaşamak…

2 thoughts on “Nazım’ın mektubuna bir hikaye ile cevap…

  1. Birlikteliğimiz için simgesel bir manifesto olmuş Sibel. Birbirlerinden farklı hikayeleri olan aynı amaç uğruna bir çatı altında toplanan bizler. Sıcaklığı yüzünü bir kere görüp Sibel diyebilmek cesaretini bulmak gibi.
    Edebi sorgulamasını ben yapamam fakat akışı kenarında serinlediğin bir akarsu ferahlığında olmuş.
    Zihnine, kalbine ve harcadığın emeğe sağlık.
    Birlikte güzeliz Sevdalım Hayat.
    🤍🤍🤍

    1. Necdet arkadaşım güzel yorumun için teşekkür ediyorum, yazımın böyle güzel şeyler hissettirmesi beni çok mutlu ediyor. “Birbirlerinden ayrı hikayeleri olan aynı amaç uğruna bir çatı altında toplanan bizler “hem hikayem hem de bizim için çok güzel bir ifade olmuş.

      Birlikte guzelik Sevdalım Hayat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir