YAŞAMAN GÜZEL ŞEY BE NAZIM USTA

YAŞAMAN GÜZEL ŞEY BE NAZIM USTA
KATILIMCI: Umut Şener
TARİH: 3 Haziran ‘23
İNCELENEN KİTAP: “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”, Nazım Hikmet, roman, YKY
TEMA: Umut
KONU: Anadolunun Kurtuluş Savaşı yıllarında, devrimci bir genç, zorunlu olarak bir yerlerde gizlenir. Zaten yarı yarıya yeraltı koşullarında sürdürülen mücadelenin bir parçasıyken, gittiği yerde kuduz şüphesi taşıyan bir köpek bu genci ısırır. Doktora gidemediği için kendini karantinaya alan genç devrimci burada bir muhasebe yaşar. Yaptığı sorgulamalar içe dönük olsa da yaşadığı ruh halini asıl anlatan kendinde gördüğü ve kuduz olmaya yorduğu tüm belirtilerdir. Umutsuzluğa ve her şeye rağmen umuda dair bir çağrıdır bu roman.
DÜŞÜNCELER:
Sevdalım Hayat’ın bana verdiği haklara dayanarak, nasıl ki Yaşar Kemal’e dair düşüncelerimi Şubat’ta yazdım; şimdi de aynısını, Nazım Hikmet için yapıyorum. Neden? Çünkü bazı tarihler, bizi şekillendiren, yaşamımıza yön veren değerlerle doğrudan ilgilidir. Silinmez ama kazınmasında, pekiştirilmesinde de hiç zarar yoktur. Hasan Hüseyin’e “ölmek zor” dedirten Haziran’da, aklımızdan Orhan Kemal pasajları, Ahmed Arif dizeleri geçerken Nazım Hikmet’e dair düşünceleri toparlamak hele, hiç kolay değil. Onu da bir okuma atölyesinin yarattığı disiplin/anlayış sayesinde çözüyoruz. Takvimin bugününe denk ge(tiri)len Nazım Hikmet okumasının notu olarak düşüncelerimi yazmak, daha doğrusu oradan başlamak olacak benim izleyeceğim yol.
Nazım Hikmet’in eserleri arasında, 1965 tarihli oluşundan da anlaşılacağı gibi, ölümünden sonra derlenmiş romanlarından biridir Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim. Günlük yaşama katılmış, hayata ve insana karışmış bir cümle artık, günümüzde bu kitabın adı. Yaşadığımız ve gitgide artan “rağmen”lere karşılık, insanı asıl yaşatacak olan umudu anlatıyor çünkü.
Yaşadığı ülkenin, o topraklarda yaşayan bütün halklarıyla birlikte sancısını çeken Anadolunun has evlatlarından Nazım Hikmet kendini anlatıyor bu romanda. Yaşamından kesitleri paylaşmış bizlerle farklı birçok konudaki hatırlayışlarda, özlemlerde, hayallerde… Nerdeyse hiçbirine yabancılık çekmiyoruz anlattıklarının. Adları, tarihleri güncellesek kendimiz anlatmışız kadar gerçek her şey…
“… be kardeşim”le biten bölümlerde, “düşündüm” ya da “gördüm” diyerek aktardığı cümlelerde hayata dair öyle demini almış, öyle yerli yerini bulan değerlendirmeler sunuyor ki, kitabı okuyanların benzer yerlerin altını çizmesi de, kitabın adını kendi hayatının bir parçası olarak görmesi de Nazım Hikmet okumanın nimeti oluyor adeta.
Elinizde hangi baskısı var bilemiyorum ama bu kitap, güncel bir sorun olan sansür konusuna da malzeme olmuş bir eser aynı zamanda. Daha doğrusu, yine o lanetli mülkiyet ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir dizi olayla birlikte, Nazım Hikmet kitaplarını yayımlama hakkını elinde bulunduran YKY’nin oto-sansürüne maruz kalmış bir eser. Sonraki baskılarda bu durum Nazım Hikmet’i doğru sahiplenenlerin eleştirileri sayesinde düzeltildi. Eleştiriler, yayınevinin hiçbir açıklama yapmadan yaklaşık 20 sayfalık bir kısmı sansürlemesine yönelikti. Sansürlenen bölümlerde 1917 Ekim Devrimi, Bolşevizm, İstiklal Mahkemeleri ve Kürtlere yönelik inkar-imha-asimilasyon, Mustafa Suphilerin katledilmesinde Mustafa Kemal’in payı, Ermeni soykırımı gibi konular yer alıyordu. Nazım Hikmet sosyalisttir. Bu konuların hiçbiri Nazım Hikmet’in dışında değildir. Ben de bu nedenle asla onaylamadığım bu durumu, Nazım Hikmet’e saygımın ve faşizme (sansür faşist bir politikadır) karşı olmamın gereği olarak paylaşmak istedim.
Ozanlığı, şiirleriyle tanıyoruz Nazım Hikmet’i. Benim için de böyle. Kitaptaki şiirlerin hepsinin altını çizdim okurken, yanına yıldız koyduklarım da var. 19 Yaşım, Saman Sarısı, 28’lerin Türküsü, Nikbinlik, Dostluk, Hoşgeldin… akıyor bir yandan beynimden kalbime doğru satır satır… Atölyenin son okuması, birlikte paylaşacağımız son okuma kartı diye düşünüyorum diğer yandan ve tekrar tekrar okuyorum seçtiğim kelimeleri. Çoğunu Zülfü Livaneli’nin bestelediği şiirler ezgileriyle eşlik ediyor bana… Kendi 3 Haziran etkinliğimi yaşıyorum anlayacağınız…
Çok genel, küçük çaplı bir araştırma bile yapsak edebiyatın her alanında kalem oynattığını görüyoruz. Edebiyat dışındaki sanat dallarındaki çabasına, katkısına, çalışmalarına bakınca sınıfın, halkın, emekçilerin sanatını yapma iddiasının altını doldurduğu sayısız örnek çıkıyor karşımıza. Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi şiir dışında üreten edebiyatçıların yanı sıra, İbrahim Balaban gibi bir köy çocuğundan halka inanmanın sonucunda emekle var edilen bir ressamı da görebiliyoruz.
Yaşamaya, yaşamı anlamlı kılmak üzerinden değer biçmiş Nazım Hikmet. Bir şekilde yaşarsın ama bunu başkalarının hayatına, ruhuna dokunarak yapmayı tercih etmek doğrudur diye göstermeye çalışmış. Bir Nazım Hikmet, bir de Yaşar Kemal böyledir bizler için; her durumumuza, her duygumuza denk bir cümle, bir dize buluruz, buluyoruz onlarda. Her defasında “anlattığı benim” dedirtmektir onların büyüklüğü. Bu yüzden de sadece fiziksel olarak dünyada geçirdikleri zamanın ötesine ulaşmış, yanıbaşımızda, her anımızda bizimle yaşamaya devam ediyorlar, ediyor Nazım Hikmet.
(Kitabın en sonundan:)
“Konuklarım kocalmamış. Onları son görüşümde kaç yaşındaysalar o yaştalar, ama ben altmışımın içindeyim. Beş yıl daha yaşayabilsem…”
Ölümünün altmışıncı yıl dönümündeyiz Nazım Usta; beş değil, altmış yıldır yaşıyorsun, altı yüz yıl daha beraber olacağımızı bilmenin bahtiyarlığıyla seslenmek istiyorum: Yaşaman güzel şey be Usta!

1 thought on “YAŞAMAN GÜZEL ŞEY BE NAZIM USTA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir